Herkesin İstanbul gezi tarifi farklı. Kimisi için harikalar diyarı, kimisi için kaos. Tarifin ne olursa olsun yüzlerce yıllık tarihi olan şehrin hikâyeleri de gezilecek yerleri de bitmek tükenmek bilmiyor. Bizans döneminde de Osmanlı döneminde de İstanbul’un yeri hep başka. İstanbul’a sahip olmak da her zaman bir prestij anlamına geliyor.
İstanbul şu an koca bir metropol. 270 km uzunluğundaki kent; farklı hayatları, uzun bir tarihi, 7/24 yaşayan sokakları kapsıyor. Biz de bu şehrin en eski yerleşim alanı olan tarihi yarımadayı, diğer adıyla Suriçi’ni hikâyeleriyle birlikte anlatıp bir gezi rotası oluşturalım istedik.
Öncesinde biraz tarihi yarımadadan bahsedeceğiz, sonrasında da birbirinden özel güzergâh önerilerinde bulunacağız.
Haydi gel, İstanbul’un tarihi yerlerine doğru birlikte yola çıkalım.
Tarihi Yarımada Nerede?
İstanbul’un kalbi, ruhu sayılan tarihi yarımada; kuzeyinde Haliç’i, güneyinde Marmara Denizi’ni, doğusunda İstanbul Boğazı’nı kapsayan, batı sınırının ise surlara dayandığı bir bölge. Şu an Fatih ilçesi sınırlarında yer alıyor.
Tarihi Yarımadaya Nasıl Gidilir?
İstanbul’da yaşıyorsan marmaray, tramvay, vapur gibi ulaşım araçlarını kullanarak yarımadaya ulaşabilirsin. Marmaray kullanacaksan Sirkeci veya Yenikapı durağında, tramvay kullanacaksan Sultanahmet veya Beyazıt tramvay durağında, vapur kullanacaksan da Eminönü iskelesinde inebilirsin. Sana yardımcı olmak için hazırladığımız haritayı kullanarak da anlattığımız güzergahlara ulaşabilirsin.
İstanbul’da değilsen de ulaşmak için en ucuz uçak biletini nerede bulacağını biliyorsun.
İstanbul Uçak Bileti Ara
Mısır Çarşısı: 400 Yıllık Tarih İçinde Binbir Çeşit Baharat
Turumuza Mısır Çarşısı’ndan başlıyoruz. Rengârenk baharatlar, ışıl ışıl dükkanlar… Eminönü’nde bulunan Mısır Çarşısı, İstanbul’un en eski çarşılarından. Çarşının inşaatı aslında Yeni Cami’ye gelir getirmesi için 1597 yılında III. Murat’ın annesi Safiye Sultan tarafından başlatılmış. Son halini ise IV. Mehmet’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın talimatlarıyla almış.
63 yıl süren inşaat faslından sonra çarşıya gelen ürünlerin çoğunun Mısır’dan gelmesi sebebiyle zaman içinde Mısır Çarşısı adını almış. Alt katında dükkanlara, üst katında ise mahkemelere yer veren çarşı, yıllar boyunca müşteri-esnaf sorunlarına burada çözüm bulmuş.
Mısır Çarşısı yüzyıllardır binbir çeşit baharat, kuru yemiş ve çeşitli şifalı otların satıldığı bir durak. Zamanında Venedik ve Cenevizlilerin ticaret yaptığı noktalarda dolaşıp çarşının yüzlerce yıllık ruhuna şahit olabilirsin.
Kapalıçarşı: Bambaşka Dünyaları Sığdıran Koca Bir Çarşı
Turumuzun ikinci durağı bir başka tarihi çarşıya çıkıyor. Kapalıçarşı, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460 yılında inşa ettirilmiş bir yapı. Hala İstanbul ticaretinin kalbinin attığı en büyük merkezlerden biri. Bugüne kadar sayısız yangın geçiren çarşıda çok sayıda dükkan ve han bulunuyor. Her kapısının başka dünyalara açıldığı çarşı adeta bir labirent.
Efsaneye göre tarihi çarşının altında bulunan tüneller Yerebatan Sarnıcı’na bağlanıp Kınalıada’ya kadar uzanıyor. Herkesten gizlenen bu tünellerde gümüş kaplama atölyelerinin olduğu, bu atölyelerde çalışanlara da bu bölgeyi gizli tutmaları için Kur’an-ı Kerim’e el bastırılarak yemin ettirildiği söyleniyor. Kapalıçarşı haftanın her günü ziyarete ve ticarete açık.
Dikilitaş: Mısır’dan İstanbul’a Bir Yolculuk
Serin Kapalıçarşı’nın ardından Sultanahmet Meydanı’na çıkıyoruz. Bu meydan aynı zamanda Roma İmparatorluğu döneminde at yarışlarına sahne olmuş bir hipodrom. Dikilitaş diğer adıyla obelisk, hipodromun tam orta yerinde duran görkemli bir taş. Doğu Roma İmparatoru Konstantin, Mısırlıların Amon Tapınağı girişine diktiği obelisklerden birinin İstanbul, birinin de Roma’ya dikilmesini istemiş. Mısır’dan yola çıkan taş böylece bu meydana dikilmiş.
I. Theodosius zamanında İstanbul’a dikilen taşın bir kısmında imparatorun ailesini ve saray çevresini anlatan kabartmalar yer alıyor. Bir diğer yüzünde ise Mısır tanrıları anılıyor. Taşın yanına sonrasında Yılanlı ve Örme Sütun da eklenmiş. Bu sütunların etrafında da at yarışları ve çeşitli eğlenceler düzenlenmiş. Anlatılanlara göre taşların etrafında yedi turu ilk tamamlayan takım, yarışı kazanmış oluyormuş.
Savaşlar, isyanlar gören Dikilitaş, Sultanahmet Meydanı’nda hala ayakta durmaya devam ediyor.
Yerebatan Sarnıcı: Yüzlerce Yıllık Su Kaynağı
Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılan Yerebatan Sarnıcı, suyun içerisinden yükselen mermer sütunlarından dolayı halk arasında Yerebatan Sarnıcı olarak biliniyor. Yapıldığı yerde daha önce bir bazilika olduğu için Bazilika Sarnıcı olarak da anılıyor.
Sarayların ve bölgede yaşayanların suyundan faydalandığı bu sarnıç, Osmanlı döneminde bir müddet su ihtiyacını karşılamış, ancak durgun bir su olmasından dolayı bir süre sonra İslami ve hijyenik esaslar göz önünde bulundurularak tercih edilmez olmuş.
Sarnıcın içerisinde bir ters Medusa Heykeli ve Gözyaşı Sütunu bulunuyor. Medusa, gördüğü insanları taşa çevirdiğine inanılan mitolojik bir karakter. O dönem büyük yapıları korumak için tercih edilen bir heykel. Rivayete göre ters olmasının sebebi, onu izleyelenleri taşa çevirmesini engellemek.
Gözyaşı Sütunu ise Yerebatan Sarayı yapılırken ölen binlerce kölenin anısına, köleler tarafından yapılmış bir eser. Sütunun üzerinde gözyaşına benzeyen şekiller bulunduğu için akan suyla birlikte sanki sütun ağlıyormuş gibi bir his uyandırıyor. Zamanla gelen ziyaretçiler de bu sütunun bulunduğu su birikintisine para atıp dilek tutmaya başlamış.
Yerebatan Sarnıcı web sitesi üzerinden ziyaret durumunu kontrol edebilirsin.
Bukoleon Sarayı: Kalıntılarla Yaşayan Eski Bizans Sarayı
İmparator II. Theodosius zamanında inşasına başlayan saray, 1600 yıllık tarihi içerisinde saklıyor. Bizans İmparatorluğunun Büyük İmparatorluk Sarayı içinde yer alan bir sahil sarayı olan Bukoleon, Küçük Ayasofya’nın doğusunda, Çatladıkapı’da bulunuyor.
Sarayın temeli İlk Çağ’dan kalma mermer bloklar kullanılarak atılmış. Eski dönemlerde sarayın merdivenlerinden ulaşılabilen ve sadece imparatorların kullanabildiği bir liman olduğu söyleniyor. Sarayın imparatorluk iskelesinin önünde bulunan aslan heykeli de günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Şu an bakıldığında bir saray olduğunu anlamak hayli güç, çünkü zaman içinde harap olmuş.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Bukoleon Sarayı, bu sıralar İBB Miras tarafından restore ediliyor. Restorasyon alanı da ziyarete açık. Dilersen İstanbul’un görünmeyen yüzünü burada ziyaret edebilir ve restorasyonda çalışanlardan bilgi alabilirsin.
Bu öneri ile yazımızın sonuna geliyoruz, ancak okumaya devam etmek istiyorsan İstanbul Arkeoloji Müzesi yazımıza geçebilirsin.